Reenkarnasyona inanıyor olsaydım önceki yaşantımda bir köylü olduğumu rahatlıkla ve hatta biraz da kasılarak söyleyebilirdim.
Tıpkı babam gibi, dedem gibi ve onun babası Şeyhülislam Efendi gibi İstanbul' da doğmuş olmam ve çocukluğuma duyduğum özlem sanırım bu duygumu sürekli besleyen etken. İlk anda yadırganabilir ama çocukluğumun İstanbul'u yetiştirilen hayvan türleri kümes hayvanlarıyla sınırlı olsa da, evin ihtiyacı olan sebze meyvenin her mevsim yetiştirildiği geniş bahçeli ve en fazla iki katlı evleriyle bire bir örtüşmese bile köyü andırıyordu.
"Yarın bizim köye gidelim mi?"
Şaşma, sevinme, heyecanlanma gibi bir dolu duygu dolaşıp sonra çözüldükten sonra ancak cevap verebildim Dost' uma:
"Çok sevinirim"
Yeri geldikçe, doğduğu ama büyüyemediği, ancak orda kalan evini her kendiyle baş başa kalmak istediğinde sığınacak bir yer olarak gördüğünü, Köy Enstitüsü mezunu babasının doğduğu köyde öğretmenlik yapma şansı bulan nadir öğretmenlerden olduğunu, ilkokul diplomasını eliyle verdiği köyün en güzel kızının nasıl daha sonra annesi olduğunu ve daha pek çok ayrıntıyı anlatmıştı bana. Anlattıklarının ayrıntı olduğunu asıl önemli kısmını anlatmadığını köy daha uzaktan göründüğünde anlamıştım.
"Çok eski bir köy sanırım burası. Minare Selçuklu mimarisini andırıyor."
Güldü bütün yüzüyle arabayı park ederken.
"Yazılı kaynak yok ama sekizyüz yıllık geçmişi olduğu söylenir."
Evler yığma taş ve ahşap karışıydı. Çoğu terkedilmiş ve terkedilmişlik duygusundan, yoksunluktan yediremeyip ölmeye yatmıştı, son durağımız olan köy okulu gibi!
"Burayı mutlaka görmen lazım. Babam hem okumuş ve hem de öğretmenlik yapmış bu okulda. Annem okumuş ve son olarak da ben okudum. Göç nedeniyle uzun yıllar önce öğrenci bulamayınca kapatıldı. Pek çok köy okulunun başına gelen geldi anlayacağın."
Kapısı zincirle bağlanmış olduğundan kırık camdan içeri girebildiğimiz okulu dolaşırken Dost' um bir yandan da kesintisiz anlatıyordu.
"Önce zil sustu"...
Dedikten sonra kendisi de sustu. Bir sınıfta unutulmuş iki tane sıraya rastlayınca sanırım geçmişin ve anıların yorgunluğu ile bir sıraya çöktü ve elini yanağına dayayıp dalıp gitti. Susarak yalnız bıraktım.
Ve arkasından kadrajımı yapıp geçmişiyle birlikte anılarıyla birlikte Dost' umu fotoğrafladım.
Bu fotoğrafımı en iyi fotoğrafım olarak nitelememin iki nedeni var. İlki teknik olarak Sony DSC F828 in kısıtlı olanaklarıyla, zor bir mekanda ve zor ışık koşullarında çekilmiş olması. İkincisi ise duygusal anlamda beni fazla duygulandıran bir fotoğraf olması.
SERGİLEMELER
GÜLSEREN...
Volkan KAVAL
Acıpayam’ın çamlık mahallesine giden yolda oturan bir garip kadın,
Kimi zaman yoldan geçenlere el sallar
Kimi zaman da kızar küfürler savurur
O yoldan geçmemek için başlıca nedendir
Ne yapacağı bilinemez
Çünkü…
Çocukluğumun hatırladığım zamanlarının birinde sekiz belki dokuz yaşımdayım
Çarşıdaki dükkânımıza gitmek için caddeden geçiyoruz arkadaşım Onurla
Bir de kimi görelim Gülseren
Evinden ayrılmış sokakta dolaşıyor
Biz de başladık “deli, deli” diye bağırmaya
Çubuk bacaklarımızın hızına güvenip bağırmıştık
Ama o bizden hızlı çıktı
Bir anda peşimizden koşmaya başladı
Kendimizi dükkâna zor atmıştık
Sırtımızı dükkânın kapısına dayayıp
Bizi bulamaz artık demiştik
Ama o dükkânın penceresinden bize sırıtarak
Buldum sizi pis veletler
Dercesine sırıtıyor, cama vuruyordu
O anda baba nolur kurtar bizi bu kadından sözünü
İçimden yüzlerce kez söylemişimdir belki
Sonra babam geldi, gülserenle konuştu
Bizim adımıza özür diledi
Biz de başımızı öne eğip
Üzgünüz bir daha demeyeceğiz
Deyip anlaşmıştık…
Bundan yaklaşık on yıl sonra…
İki hafta boyunca Gülseren’in evinin önünden geçtim
Beni fark etmesini istedim
Daha doğrusu ona yaklaşıp fotoğrafını çekmek için
Kendimde cesaret toplamaya çalıştım
Zor bir işti
Ya sıkı bir küfür yiyecektiniz ya da bir taş atacaktı
En sonunda bir akşamüstü yanına gidip
Merhaba teyze nasılsın demiştim
Sanki yıllar önce ona deli diyen ben değilmişim gibi
Sonra fotoğraf makinemi görüp
—ne o fotoğraf mı çekiyorsun
—evet yeni başladım fotoğraf çekmeye, sizi de çekeyim mi?
—çek bakalım ama böyle üstüm, başım pis kötü çıkmasın?
—yok teyze çıkmaz çekeyim bakarsın nasıl çıkmışım diye
Fotoğrafını çekip gösterince gerçekten mutlu olmuştu,
Yüzündeki kırışıkları fark edince
Hüzünlenmişti.
Sonra, çocuk ben yarın ruj süreyim, güzel elbiseler giyeyim bir de öyle çek beni deyince
O da, ben de gülmüştük
Hâlbuki ben ona yıllar önce deli diyen çocuktum
O unutmuştu ama ben unutmamıştım
Böylece o hatırlayamasa da gönlünü almıştım
Mutlu etmiştim onu
Bu fotoğraftan sonra birçok fotoğraf çektim
Hiçbiri bu fotoğraf kadar benim fotoğrafım olmadı
Bu en iyi fotoğrafım
Çünkü
Biliyorum
Gülseren’in yüzündeki o kırışıkların
Birçoğunu ona gülüp, dalga geçen ben ve benim gibi çocuklar
Yaratmıştı
Bu yüzden, bu en iyi fotoğrafım çünkü bu fotoğrafa biraz da ben neden oldum…
İSTASYON İNSANLARI
Serkant HEKİMCİ
İnsan sabredip,doğru zamanı beklediğinde ulaştığı çok daha değerli oluyor.Bu fotoğrafta benim için bu özellikleri taşıyor. Aynı yerde daha önce çekimler yapmış olmama rağmen özellikle kışı ve kar yağışını beklemem ve beklediğimin istediğim gibi sonuç vermesi bu fotoğrafı en çok sevdiğim fotoğrafım yaptı.
Bu fotoğrafın benim için ayrıca bir özelliği ‘tren-istasyon-insan’ temasını içerdiğine inanmamdır. Fotoğrafın çekildiği İstanbul Halkalı-Sirkeci hattı ki Türkiye’de ilk elektrikli tren hattıdır yakın bir gelecekte 53 yıllık yorgunluğunu Marmaray projesi çerçevesinde yeni sistemlere bırakacaktır. 53 yıldır hergün yüzlerce insanın tren bekleyişlerine ortak olan beton yüzeyler ve onları evlerine, işlerine, sevdiklerine kavuşturan demir yığınları artık dinlenmeye çekileceklerdir.
Bu yüzden de bu fotoğraf benim için anlamlıdır, yaklaşık 30 yıldır bu tren ve istasyonları kullanan benim nacizane bu tren ve istasyonlara bir teşekkürümdür.