Arzu ÜNAL
  Fotoğraf Öyküleri
 

EİF En İyi Fotoğrafım "Fotoğraf Öyküleri" Mart 2008

Bu ay başlatmış olduğumuz etkinliğimize, siz değerli okurlarımızdan birbirinden güzel çalışmalar gelmiştir. Fotoritim olarak ilgi ve desteğinize çok teşekkür ederiz. Gelen çalışmalardan Yayın Kurulu'muzca 3 adet Mart 2008 EİF Ödülü ve 2 adet sergilenme (yayınlanma) hakkı kazanan 5 eser seçilmiştir. Tüm katılan okurlarımıza tekrar teşekkür ederiz.

Sevgilerimizle,
FOTORİTİM


AYIN EİF'LERİ


KIRIK AYNA

Feyyaz ÇETİNEL
 

3 yaşındaki haliyle daha yürümenin tadına yeni varmış küçük ,çelimsiz bacaklar birkaç odalı köy evinde ordan oraya koşturuyordu. Sıra, evin en cezbedici yeri olan küçük loş mutfağa gelmişti. Ocağın üzerinde bir tencere, üstelik içinden sesler gelmekte... Her ses, her görüntü o yaşlar için ilk tecrübe, ilk deneyim. Ne var ki bazı ilkler sonun başlangıcı olabiliyor. Minik eller yılların acısını taşıyacağı fokurdayan makarna suyunu üzerine boca ediyor. Başın yüzde 60’ı, sağ kolun yüzde 50'si haşlanıyor..

 

Kübra’nın dramı aslında kendi olayından bir yıl önce babasıyla başladı. Yerel bir gazetede motosikletiyle dağıtım yapan baba bir akşam köy yolunda kaza geçirir. Bacağında içinden geçen sağlı sollu metal aparatlarla yatakta 8 ay geçirir. Bir çok ameliyattan sonra işsiz ,diğer bacağından kısa ve dönük bir bacak sahibi olarak kalakalır. Malülen emekli olması zaten fakirliğin verdiği ızdıraba eklenir. Babanın ameliyatlarıyla geçen sürede Kübra acısını hep içinde beklemekle geçirir. İlk zamanlarında İzmir’de koluna yapılan cerrahi müdahale sonrasında seneye kafa derisine gerdirme işlemi sözü boş çıkar. Doktor bir sene önce verdiği sözden cayar. Umutlar, hayaller bir balon gibi söner Kübra için.

 

Sonrasında annenin hastalığı çıkar umudunun önüne. Beklemek, boyun eğmek zorundadır... Uzun bir tedavi ve ameliyatlardan sonra şükür ki anne sağlığına kavuşur. Bedenen ve ruhen zorluk belki de en fazla annenin üzerindedir. Onun sağlığı ve düşünme yetisidir aileyi ayakta tutan aslında. Evin direği,ana yüreği..

 

Geçen yıllar, artık farkına vardığı arkadaşlarının gülüşmeleri, alaycı ve korku dolu bakışları Kübra’yı içine kapatır. Doğru düzgün arkadaşı bile yoktur oyun oynayabileceği. Bazen içindeki acı, hırçınlık olup ablasında patlar.

 

Her adımında sola eğilip kalkan babasının elini tutup hastane yollarını aşındırır. Şehirde tek olan estetik cerrah ilgilenir Kübra ile. İşlemler, tetkikler devam ederken doktorun tayini çıkar birden, gider şehirden.Yerine gelecek olan beklenir uzun süre, sonunda gelir. Aynı işler devam eder Kübra için aralıklı olarak. Ameliyat için hazırlık uzun sürer. Fakat bu doktor da birden başka bir şehire gider. Sanki gökten taş olup yağmakta zorluk. Her yeşeren filiz daha havayı solumadan koparılmakta... Hayal balonları bir bir patlamaktadır.

 

Şükrü ve sabrı çok olan baba nasıl anlatsın küçük Kübra’ya olanları. Geceleri ağlayan gözler artık gündüzleri de durmaz.

 

Günler,aylar üzüntü ve keder içinde geçerken baba akciğer kanserine yakalanır. Gerekli tedavi için İzmir ve İstanbul yollarını tökezleyen bacağı ile aşındırır. Fakirlik bir yandan, hastalıklar bir yandan dört kolla sarmalamış aileyi. Kübra için ağızdan çıkacak bir söz yoktur. O küçük haliyle bile susması gerektiğini bilir.

 

Acılarını ilk zamanlardan beri paylaştığım bu aileyi ziyaretlerim mümkün olduğunca devam etti. Bu ziyaretlerimden birinde küçük odanın penceresi yanında kırık bir  ayna gözüme ilişti. Kübra’nın aynası olmalı diye düşündüm... Soramadım. Kırık kalbiyle kırık bir aynada arıyor olmalıydı yüzünü. Gene hüzünlendim,duygulandım ama onun üzüntüsünün derinliğini bilemedim. Bu trajediyi bir fotoğraf karesinde bundan başka türlü anlatmak mümkün değil diye düşündüm. Kendi kaderini sessizce yaşamaya çalışan bu küçük yüreği kırık bir aynadan başka kim anlayabilirdi ki?

 

2006 yılının son aylarında yeni gelen estetik cerrah Kübra ile çok ilgilenir. Bir yardım kuruluşunun desteğiyle ameliyat masrafları karşılanır. Bütün hazırlıklar bir çırpıda yapılır. Ameliyat günü yaklaştıkça benim tedirginliğim had safhaya varmıştı. Acaba diyordum, acaba gene bir engel çıkar mı? Olmasın inşallah diyordum, olmasın da artık bitsin bu çile..

 

Ameliyata birkaç gün kala 2007 yaz aylarında  doktorun tayini çıktı... İnanamadım. Dondum kaldım resmen.

 

Şaşkınlığımdan bir şey düşünemez oldum. Bir şeyleri bir şeylerle bağlantılamaya çalışan beynim bir yere varamıyordu..

 

Ana yüreği nelere kadir o zaman anladım. İlişiği kesilmiş, telefonları iptal edilmiş doktor hanımı bulup kendi diliyle, haliyle, tavrıyla ikna etmiş. Nasıl oldu hala bilemiyorum..

 

Kübra son gün ameliyata girdi. Çok başarılı geçen bir ameliyat sonucunda deri altına konulan özel bir balonla arkadaki saçlı bölüm ön kısma kaydırıldı. Kafasında deri altında balonla iki ay geçirdi. Güzel günlerini düşünmekten çektiği acıları umursamadı.

 

Kapanmayan yerleri bana gösterip mahsun gözlerle sorduğunda ona “saçların hele bir uzasın oralar da kapanacak, sen hiç merak etme” diyordum. O anda yüzünde daha önce hiç görmediğim gülümsemeyi yakalamıştım.

 

Kübra şimdi 11 yaşında.Küçük bedenine sığdırdığı çok acısı var. Hayata çocukca bakış atmak için içinden gelen gülüşler aniden yok oluyordu yüzünde. Gördüğüm, en acı duyduğum duygusu da bu olmuştu zaten... Şimdi içten, konuşkan, daha sıcak... Gülmeleri daha uzun.

Kolu için ileriki zamanlarda bir estetik operasyon daha geçirecek kısmetse. Zorluğun büyük kısmını atlattık ya buna da şükür diyoruz.

 

Bin bir dertle yüklü hayatlar, farklı kaderler var bu dünyada. Bazen hayat bir fotoğrafa çekiyor insanı bazen de fotoğraf bir hayata... Her ikisinde de içine girebilmek önemli olsa gerek.

        

Başlangıcı ve sonuyla bir fotoğraf karesinde anlatmaya çalıştığım bu yaşamı birkaç sözcükle geçiştirmem mümkün değildi. Ayrıntılar fotoğrafın içinden,kırık bir aynadan yansıyanlar... 
 

 

 



"KUMA"SAL YAŞAMLAR
Tahir Özgür
 

O'nu bir türlü anlamamışım demek ki...


Defalarca Sarıkeçili Göçerler'in göçlerine tanıklık etmeme, defalarca çadırlarında konaklamama, onlarla akraba gibi olmama rağmen anlamamışım aslında ben Cennet Abla'yı...

Yüzünde hep bir tebessüm vardı.... Gülücüklerini eksik etmiyordu...


Yanıbaşındaki çocuğa sıkı sıkı sarılıyordu...

Nereden bilebilirdim ki aslında o  bu ülkede aşılamayan sorunlardan bir yumak oluşturmuş ve yüreğinin tam ortasına koymuş...


Her gittiğimizde bize  yağlı koyun peynirinden saç üzerinde gözleme yaparken aslında  kor ateşler  Cennet Abla'nın yüreğinde yanıyormış...


Ben bunu defalarca sonra, sayısını bile unuttuğum gidişlerimlerimden sonra öğrendim...


Meğer 20 metrekarelik kocaman kıl çadırda, çadırın içerisinde, Cennet Abla'ya yardım eden O'nun kızı değil Kuma'sıymış...


Cennet Abla'nın dizinden kalkmayan, sarılıp sarılıp öptüğü, "Kuzum" diye sevdiği,  7 yaşındaki Mehmet , Cennet Abla'nın değil, Cennet Abla'nın kumasının çocuğuymuş..


...Ve o çocuk, üvey kardeşi Aysel ile aynı yaşta olan annesi'ne değil, Cennet Abla'ya "Anne" diyormuş...


İşte yine böyle bir gitmelerimde Cennnet Abla  ile Kuması'nı  kıl çadırda aynı kareye   yerleştirmek için uğraşıyordum...


Birden kadrajın bir kenarından,  Göçer çadırının direğine sarılmış, aynı zamanda ailenin direği olan adamın altın yüzüklü elini gördüm...


Göçer çadırlarında tek bir direk olur...


Çadırın ortasındaki bu direk bütün çadırın yükünü taşır. İşte o direği tutan altın yüzüklü el neredeyse  vizörden gözüme girecekti...


Arka planda Cennet Abla...


Yüzünde yine o hiç eksilmeyen tebessümü...


Hemen arkasında ise Kuma'sının başı  önde, saç üzerinde ekmek pişiren hali...


Kadınların gönlüne hiç bir zaman vurmayan, gün ışıkları ise çadırın deliklerinden süzülerek  içeriyi aydınlatıyordu...


Türkiye, kadını, kadının başörtüsünü, kamusal alanlara başörtüsü ile girilip girilemeyeceğini tartışıp duruyor...


Peki  bu ülke "KUMA"sal halleri...


"KUMA"sal Yaşamları niye tartışmıyor diye içimden geçirdim...


Deklanşöre basmaya başladığım günden buyana fotoğraf ile öyküler anlatmanın peinden koştuğumu vurgulayıp duruyorum...


Çektiğim fotoğraflar içerisinde anlatmak istediğimi en net anlatan karem ise bu olmuştu..


Bu nedenle bu fotoğrafı öylesine seviyorum ki?

 


ÖNCE ZİL SUSTU
Ümran DAVRAN

Reenkarnasyona inanıyor olsaydım önceki yaşantımda bir köylü olduğumu rahatlıkla ve hatta biraz da kasılarak söyleyebilirdim.

 

Tıpkı babam gibi, dedem gibi ve onun babası Şeyhülislam Efendi gibi İstanbul' da doğmuş olmam ve çocukluğuma duyduğum özlem sanırım bu duygumu sürekli besleyen etken. İlk anda yadırganabilir ama çocukluğumun İstanbul'u yetiştirilen hayvan türleri kümes hayvanlarıyla sınırlı olsa da, evin ihtiyacı olan sebze meyvenin her mevsim yetiştirildiği geniş bahçeli ve en fazla iki katlı evleriyle bire bir örtüşmese bile köyü andırıyordu.

 

"Yarın bizim köye gidelim mi?"

 

Şaşma, sevinme, heyecanlanma gibi bir dolu duygu dolaşıp sonra çözüldükten sonra ancak cevap verebildim Dost' uma:

 

"Çok sevinirim"

 

Yeri geldikçe, doğduğu ama büyüyemediği, ancak orda kalan evini her kendiyle baş başa kalmak istediğinde sığınacak bir yer olarak gördüğünü, Köy Enstitüsü mezunu babasının doğduğu köyde öğretmenlik yapma şansı bulan nadir öğretmenlerden olduğunu, ilkokul diplomasını eliyle verdiği köyün en güzel kızının nasıl daha sonra annesi olduğunu ve daha pek çok ayrıntıyı anlatmıştı bana. Anlattıklarının ayrıntı olduğunu asıl önemli kısmını anlatmadığını köy daha uzaktan göründüğünde anlamıştım.

 

"Çok eski bir köy sanırım burası. Minare Selçuklu mimarisini andırıyor."

 

Güldü bütün yüzüyle arabayı park ederken.

 

"Yazılı kaynak yok ama sekizyüz yıllık geçmişi olduğu söylenir."

 

Evler yığma taş ve ahşap karışıydı. Çoğu terkedilmiş ve terkedilmişlik duygusundan, yoksunluktan yediremeyip ölmeye yatmıştı, son durağımız olan köy okulu gibi!

 

"Burayı mutlaka görmen lazım. Babam hem okumuş ve hem de öğretmenlik yapmış bu okulda. Annem okumuş ve son olarak da ben okudum. Göç nedeniyle uzun yıllar önce öğrenci bulamayınca kapatıldı. Pek çok köy okulunun başına gelen geldi anlayacağın."

 

Kapısı zincirle bağlanmış olduğundan kırık camdan içeri girebildiğimiz okulu dolaşırken Dost' um bir yandan da kesintisiz anlatıyordu.

 

"Önce zil sustu"...

 

Dedikten sonra kendisi de sustu. Bir sınıfta unutulmuş iki tane sıraya rastlayınca sanırım geçmişin ve anıların yorgunluğu ile bir sıraya çöktü ve elini yanağına dayayıp dalıp gitti. Susarak yalnız bıraktım.

 

Ve arkasından kadrajımı yapıp geçmişiyle birlikte anılarıyla birlikte Dost' umu fotoğrafladım. 

 

Bu fotoğrafımı en iyi fotoğrafım olarak nitelememin iki nedeni var. İlki teknik olarak Sony DSC F828 in kısıtlı olanaklarıyla, zor bir mekanda ve zor ışık koşullarında çekilmiş olması. İkincisi ise duygusal anlamda beni fazla duygulandıran bir fotoğraf olması.



SERGİLEMELER



GÜLSEREN...
Volkan KAVAL

Acıpayam’ın çamlık mahallesine giden yolda oturan bir garip kadın,

Kimi zaman yoldan geçenlere el sallar

Kimi zaman da kızar küfürler savurur 

O yoldan geçmemek için başlıca nedendir

Ne yapacağı bilinemez

Çünkü…

 

Çocukluğumun hatırladığım zamanlarının birinde sekiz belki dokuz yaşımdayım

Çarşıdaki dükkânımıza gitmek için caddeden geçiyoruz arkadaşım Onurla

Bir de kimi görelim Gülseren

Evinden ayrılmış sokakta dolaşıyor

Biz de başladık “deli, deli” diye bağırmaya

Çubuk bacaklarımızın hızına güvenip bağırmıştık

Ama o bizden hızlı çıktı

Bir anda peşimizden koşmaya başladı

Kendimizi dükkâna zor atmıştık

Sırtımızı dükkânın kapısına dayayıp

Bizi bulamaz artık demiştik

Ama o dükkânın penceresinden bize sırıtarak

Buldum sizi pis veletler

Dercesine sırıtıyor, cama vuruyordu

O anda baba nolur kurtar bizi bu kadından sözünü

İçimden yüzlerce kez söylemişimdir belki

Sonra babam geldi, gülserenle konuştu

Bizim adımıza özür diledi

Biz de başımızı öne eğip

Üzgünüz bir daha demeyeceğiz

Deyip anlaşmıştık…

 

Bundan yaklaşık on yıl sonra…

İki hafta boyunca Gülseren’in evinin önünden geçtim

Beni fark etmesini istedim

Daha doğrusu ona yaklaşıp fotoğrafını çekmek için

Kendimde cesaret toplamaya çalıştım

Zor bir işti

Ya sıkı bir küfür yiyecektiniz ya da bir taş atacaktı

En sonunda bir akşamüstü yanına gidip

Merhaba teyze nasılsın demiştim

Sanki yıllar önce ona deli diyen ben değilmişim gibi

Sonra fotoğraf makinemi görüp

—ne o fotoğraf mı çekiyorsun

—evet yeni başladım fotoğraf çekmeye, sizi de çekeyim mi?

—çek bakalım ama böyle üstüm, başım pis kötü çıkmasın?

—yok teyze çıkmaz çekeyim bakarsın nasıl çıkmışım diye

Fotoğrafını çekip gösterince gerçekten mutlu olmuştu,

Yüzündeki kırışıkları fark edince

Hüzünlenmişti.

Sonra, çocuk ben yarın ruj süreyim, güzel elbiseler giyeyim  bir de öyle çek beni deyince

O da, ben de gülmüştük

Hâlbuki ben ona yıllar önce deli diyen çocuktum

O unutmuştu ama ben unutmamıştım

Böylece o hatırlayamasa da gönlünü almıştım

Mutlu etmiştim onu

Bu fotoğraftan sonra birçok fotoğraf çektim

Hiçbiri bu fotoğraf kadar benim fotoğrafım olmadı

Bu en iyi fotoğrafım

Çünkü

Biliyorum

Gülseren’in yüzündeki o kırışıkların

Birçoğunu ona gülüp, dalga geçen ben ve benim gibi çocuklar

Yaratmıştı

Bu yüzden, bu en iyi fotoğrafım çünkü bu fotoğrafa biraz da ben neden oldum…   



 İSTASYON İNSANLARI
Serkant HEKİMCİ

 

İnsan sabredip,doğru zamanı beklediğinde ulaştığı çok daha değerli oluyor.Bu fotoğrafta benim için bu özellikleri taşıyor. Aynı yerde daha önce çekimler yapmış olmama rağmen özellikle kışı ve kar yağışını beklemem ve beklediğimin istediğim gibi sonuç vermesi bu fotoğrafı en çok sevdiğim fotoğrafım yaptı.

 

Bu fotoğrafın benim için ayrıca bir özelliği ‘tren-istasyon-insan’ temasını içerdiğine inanmamdır. Fotoğrafın çekildiği İstanbul Halkalı-Sirkeci hattı ki Türkiye’de ilk elektrikli tren hattıdır yakın bir gelecekte 53 yıllık yorgunluğunu Marmaray projesi çerçevesinde yeni sistemlere bırakacaktır. 53 yıldır hergün yüzlerce insanın tren bekleyişlerine ortak olan beton yüzeyler ve onları evlerine, işlerine, sevdiklerine kavuşturan demir yığınları artık dinlenmeye çekileceklerdir.

 

Bu yüzden de bu fotoğraf benim için anlamlıdır, yaklaşık 30 yıldır bu tren ve istasyonları kullanan benim nacizane bu tren ve istasyonlara bir teşekkürümdür.

 
 
  103199 ziyaretçi (279417 klik) burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol